30 Ocak 2011 Pazar

KIRMIZI GÜL

Zordur yaşadığın yeri terk etmek.Sevdiklerinden ayrılan bir serseri aşığın yüreği gibi kaynıyordu yüreği.Vatan borcu namus borcuydu bundan kaçmak olmazdı.Zaten bunu da istemiyordu canımın içi gözbebeğim Mehmedim. O günlerde pek karışıktı Anadolu ve askerlikte bir solukta bitecek gibi değildi.Dile kolay tam dört yıl.Benden uzak, Ayşe’den uzak, sevdiklerinden uzak koskoca dört yıl.

Mehmedimin babasını yirmi yıl önce kaybettik.Henüz üç aylıktı babası vurulduğunda.Anadolu’nun ücra bir köyüydü yaşadığımız yer. Çakallar ulurdu dağ başlarında, su sesine, rüzgar sesine bahçemizdeki kırmızı güllerin insanı rahatlatan kokusu karışırdı . Can yoldaşım ahiretin yolunu tuttuktan sonra oğlumu gözümden sakınarak, geceleri ona ninniler söyler, gündüzleri masallar anlatırdım. Mehmedim çok severdi gülleri.Hepsi rengarenkti ve buram buram hasret kokardı. Yaşadığımız yere erken düşerdi kar.Tepesinden çığ eksilmeyen yüce dağlara bu yüzden erken gelirdi bahar.Beyaz kar tanelerini Mehmedimin yüzüne benzetirdim. Karda açan kırmızı gülleri de oğlum çok bu yüzden severdi.

Derler ya insan yaşamında oynanan en büyük kumardır evlilik.Bu yüzden kader deyip sorumluluğu üzerimizden atmak işin kolayıdır.Bir gün komşu kadınlarla gidip çaldık eski evin boyası aşınmış kapısını. Allah’ın emriyle Ayşe’yi Mehmedimle baş göz ettik. Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Mehmedimin askere gitmesinden sonra bahçemizde güller sanki renklerini yitirmiş, kokuları bir başka olmuştu.Asker ocağına gideli tam iki yıl olmuştu. Mehmedimin hasreti gelinimin ve benim içimde güllerin rengi gibi bir kor oluşturmuştu .
Bu özlemi dindirmenin en iyi yolu ondan ayda bir aldığımız mektuplar ve ona yazarken bahçemizde yetişen kırmızı güllerden ona göndermekti.

Mehmedimin mektuplarında Ayşe’den devamlı haber sorması benim de içime bir kurt düşmesine sebep oldu. İçimde acaba diye bir kuşku uyandı.Gelinim bu süre içinde oğlumu acaba bir başkasıyla aldatıyor mu kuşkusu? Mehmedimin askerde oluşu evin tüm yükünü üzerime yıkmıştı. Geçimimizi sağlamak için tarlada çalışmak zorundaydım. Güneş doğmadan evden çıkıp akşam ezanı ile eve dönerken içimdeki bu kuşku sürekli beynimi kemiriyordu.

İçimde yanıp duran bu oğul özlemiyle bir akşam eve döndüğümde orağı evin girişine bırakıp soluklanırken içeriden seslerin ve gülüşmelerin geldiğini duydum. Hava iyice kararmıştı. Artık göz gözü görmüyordu. Evimize misafirin pek gelmiyor olması bu gülüşmelerin neler olabileceği endişesi beynimde bir şimşek gibi
karanlıkları aydınlatıverdi. Aklıma ilk gelen gelinimin Mehmedimi aldattığı düşüncesi olmuştu.Hemen rahmetli beyimin duvarda asılı duran tüfeği aklıma geldi. Gözlerimin karartısı geçtiğinde tüfeğin elimde olduğunu fark ettim. O hızla içeri girdim ve sesin geldiği yöne rastgele ateş ettim.

Oğlumun emanetine sahip çıkmış olmak ve üzerime düşeni yerine getirmenin mutluluğuyla salondan gaz lambasını getirdiğimde yerde yatan iki kişiyi gördüm. Artık içimdeki karanlık düşüncelerde olduğu gibi odada aydınlanmıştı. Gelinim kısık ses ile bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Yatakta yatan hainin kim olduğunu öğrenmek için yüzüstü yatan kişiyi çevirdiğimde beyaz atletinin üzerine kırmızı güller gibi dağılmış olan kan izlerini gördüm. Beyaz kar üzerinde açan kırmızı gülleri andırıyordu.Gözlerimi kaldırıp yerde yatanın yüzüne baktığımda gözlerimin feri, dizlerimin bağı çözülmüştü.

Dokuz ay karnımda taşıdığım oğlumu kendi ellerimle öldürmüştüm.
Bu dünyadan ellerimle gönderdiğim oğlumun bir türküsü kalmıştı geriye; kırmızı gül demet demet, sevda değil bir alamet ........

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler